Aşifte Ziynet
Kırmızının yakıştığı orospulardan
sadece biri, Ziynet
Osman’ın vahşi aşkıyla Ayşe’nin
içine bırakılmış, sonra da büyümeye terk edilmiş beyaz tenli Ziynet.
Küçükken ona hiçbir hikaye
anlatılmamıştı. Osman, yalnızca aşık olan adamın aşkını kadına döverek
gösterdiğini öğretmişti ona, hayatı boyunca. Küçük bir kızın önünde, muhtemelen
geleceği olan halini tekmeliyordu ‘’baba’’ dedikleri ama Ziynet’in hala anlamını gerçekten bilmediği
ve hatta hayatı boyunca asla öğrenemeyeceği o adam. Sonra odasına gitmesi
söylenirdi, bu annesinin ruhu kanar gibi bağırışlarının olduğu, gecenin son
gösterisinin başlangıcı demekti. Osman, Ayşe’nin bedenini kocaman elleri ve
kadının iki ayağının da sığabileceği ayakkabılara sahip ayaklarının
tekmeleriyle donatırken hiç bağırmazdı kadın. Yalnızca, bazen boğazından ufak
mırıltılar gelir ve sonra onlar da duyulmaz olurdu ama odaya yürürken bilirdi
Ziynet, babasının inlemeleri arasına annesinin ağıt yakar gibi ağlamalarının
gireceğini. Bir de annesinin yüzündeki kanları kendisinin temizlemesi
gerektiğini. Belki rahminden çıktığı o kadının yaraları öpülseydi, unuturdu. Tekrar
dayak yiyip tecavüze uğrayana kadar unuturdu annesi. Tam onbeş yaşındaydı , annesini
ayakları yerden kesik,tavan arasında,gelmiş geçmiş bütün acılarını kendiyle beraber
bir ipe astığını gördüğünde ve tam on beş yaşındaydı gözlerini karartıp o evin
kapısından çıktığında. Bir kez bile bakmadı geriye. Bir aşk davasına düştü
sonra. Kumral, gözleri dünyanın en derini, teni dünyanın en sıcağı Ali’ye. Bu öyle bir haldi ki, Ali’nin göğsünde, Ziynet’in
yüzü kadar bir çukur vardı. O iki kırık dökük taş, birbirlerine sarıldığında dünyadaki
her boşluk doldurulmuş oluyordu sanki. Ne güzeldi. Ali dövmüyordu Ziynet’i.
Saçlarını seviyordu, ellerini öpüyordu ve nereye giderse gitsin, kokusu daha
Ziynet’in yastığından uçup gitmeden geri dönüyordu kadınının kollarına.
Bir gün uyandı. Göremedi Ali’yi. Seslendi,
duymadı. Aradı, bulamadı. Öyle bir gitmişti ki, hiç olmamış kadar yoktu evin
içinde. Kokusunu bile bırakmamıştı. Ne zaman, ne şekilde, nasıl bu kadar yok
olabildiğini düşündü. Kendisinden en ufak bir hatıra bırakmayana kadar almıştı.
Nereye gittiği önemli değildi Ziynet için, neden gittiği önemliydi. Tam 975 gün
bekledi. Bu 975 gece de demekti üstelik. Sonra bir gün, Ali gelir diye komşuya
bile gitmediği o evden dışarı attı adımını. Beş parasız, kupkuru derisiyle,
rüzgardan uçuşan upuzun kumral saçlarıyla hala gençti. Sonra yol kenarında bir
adam gördü, hiçbir şey sormadı, hiçbir şey söylemedi. Sadece aynı yolun biraz
ilerisindeki çıkmaz sokakta adamı içine davet etti. Ali’nin bedeninde hiçbir
izi kalmayana kadar sevişti adamla. Adamı kendine doyurduğunda hala geçmeyen
kini sokağa sığmıyordu. O da sokağa sığan her adamla sevişmeye başladı. Bu, komidinin
üstünde birikmeye başlayan para demekti. Israrla değiştirmedi evin eşyalarını.
Israrla, Ali’yle seviştiği koltuklarda içine taşırdı başka bir bedeni. Konuşmadan, sadece sevişti bir süre. Sonra
konuşur oldu, önce Ali dedi. Sonra öldü dedi. Kabul etmediği tek müşteri adı
Ali olanlardı. Adamların yatağına girdikçe parası arttı, kendi azaldı. Pembe
dudakları kırmızıya çaldı. Bilmiyorlardı, ama Ziynet annesinin dudaklarında
gördüğü kan rengini taşıyordu dudaklarında. Onu başka adamlara bulaştırıyor, ruhunun
kanını durdurmaya çalışıyordu.
Sonra kıyafetlerine de kazıdı
kırmızıyı. O, aynı kırmızıyı.
Ziynet’e çok adam aşık oldu ama
o, erkeklerle sadece bedenini paylaşıyor,
küçük hayallerin bile yanından geçmiyordu. Sadece bir kadın vardı, komşusu
olan bir başka orospu. Sessiz ve dostluk davetkarı bir orospu. Her gece onun
dizine yatar zehir akıtırdı. Tüm yüzü tuzla kaplanana kadar. Tekrar ve Tekrar.
Her‘Tekrar’ büyük harfle yazılmalıydı. Çünkü binlerce kez dirilip, bin birinci
ölümün sokaklarına girmek demekti. Kesik
soluklar kadar aralıklı. Ruhunun kanı durmadı. Ali’nin gittiği yollar gibi
tek yönlü çizgilerle doldu yüzü. Büyük memelerinden, kırmızı rujundan ve bir
zamanlar herkesin delisi olduğu o saçlarından hiç vazgeçmedi. Yüzü yaşlıydı,ruhu yüzünden de yaşlı. Hala emekliye
ayrılmıyordu çünkü biliyordu, o geceyi yalnız geçirirse Ali’yi beklerdi ve Ali
yine gelmezdi. Hala Ali’yle yaşadığı o eve başka adamların kokularını
sindiriyor, hala orgazm sigaralarını pencerenin pervazında içiyordu. Sonra Tekrar
odaya dönüyor ve şuh kahkahalar atmaya başlıyordu.
Ziynet anladı. Aşk yaralardı.
Aşk, kocaman bir kazaydı. En az
bir kurbanlı.
Patikli Kontes
https://www.facebook.com/patikli.kontes?fref=ts
http://soytarininkarisi.tumblr.com/