22 Şubat 2015 Pazar

2015 Kadınları



Aşifte Ziynet


Kırmızının yakıştığı orospulardan sadece biri, Ziynet



Osman’ın vahşi aşkıyla Ayşe’nin içine bırakılmış, sonra da büyümeye terk edilmiş beyaz tenli Ziynet.

Küçükken ona hiçbir hikaye anlatılmamıştı. Osman, yalnızca aşık olan adamın aşkını kadına döverek gösterdiğini öğretmişti ona, hayatı boyunca. Küçük bir kızın önünde, muhtemelen geleceği olan halini tekmeliyordu ‘’baba’’ dedikleri  ama Ziynet’in hala anlamını gerçekten bilmediği ve hatta hayatı boyunca asla öğrenemeyeceği o adam. Sonra odasına gitmesi söylenirdi, bu annesinin ruhu kanar gibi bağırışlarının olduğu, gecenin son gösterisinin başlangıcı demekti. Osman, Ayşe’nin bedenini kocaman elleri ve kadının iki ayağının da sığabileceği ayakkabılara sahip ayaklarının tekmeleriyle donatırken hiç bağırmazdı kadın. Yalnızca, bazen boğazından ufak mırıltılar gelir ve sonra onlar da duyulmaz olurdu ama odaya yürürken bilirdi Ziynet, babasının inlemeleri arasına annesinin ağıt yakar gibi ağlamalarının gireceğini. Bir de annesinin yüzündeki kanları kendisinin temizlemesi gerektiğini. Belki rahminden çıktığı o kadının yaraları öpülseydi, unuturdu. Tekrar dayak yiyip tecavüze uğrayana kadar unuturdu annesi. Tam onbeş yaşındaydı , annesini ayakları yerden kesik,tavan arasında,gelmiş geçmiş bütün acılarını kendiyle beraber bir ipe astığını gördüğünde ve tam on beş yaşındaydı gözlerini karartıp o evin kapısından çıktığında. Bir kez bile bakmadı geriye. Bir aşk davasına düştü sonra. Kumral, gözleri dünyanın en derini, teni dünyanın en sıcağı Ali’ye. Bu öyle bir haldi ki, Ali’nin göğsünde, Ziynet’in yüzü kadar bir çukur vardı. O iki kırık dökük taş, birbirlerine sarıldığında dünyadaki her boşluk doldurulmuş oluyordu sanki. Ne güzeldi. Ali dövmüyordu Ziynet’i. Saçlarını seviyordu, ellerini öpüyordu ve nereye giderse gitsin, kokusu daha Ziynet’in yastığından uçup gitmeden geri dönüyordu kadınının kollarına.


 
  

Bir gün uyandı. Göremedi Ali’yi. Seslendi, duymadı. Aradı, bulamadı. Öyle bir gitmişti ki, hiç olmamış kadar yoktu evin içinde. Kokusunu bile bırakmamıştı. Ne zaman, ne şekilde, nasıl bu kadar yok olabildiğini düşündü. Kendisinden en ufak bir hatıra bırakmayana kadar almıştı. Nereye gittiği önemli değildi Ziynet için, neden gittiği önemliydi. Tam 975 gün bekledi. Bu 975 gece de demekti üstelik. Sonra bir gün, Ali gelir diye komşuya bile gitmediği o evden dışarı attı adımını. Beş parasız, kupkuru derisiyle, rüzgardan uçuşan upuzun kumral saçlarıyla hala gençti. Sonra yol kenarında bir adam gördü, hiçbir şey sormadı, hiçbir şey söylemedi. Sadece aynı yolun biraz ilerisindeki çıkmaz sokakta adamı içine davet etti. Ali’nin bedeninde hiçbir izi kalmayana kadar sevişti adamla. Adamı kendine doyurduğunda hala geçmeyen kini sokağa sığmıyordu. O da sokağa sığan her adamla sevişmeye başladı. Bu, komidinin üstünde birikmeye başlayan para demekti. Israrla değiştirmedi evin eşyalarını. Israrla, Ali’yle seviştiği koltuklarda içine taşırdı başka bir bedeni.  Konuşmadan, sadece sevişti bir süre. Sonra konuşur oldu, önce Ali dedi. Sonra öldü dedi. Kabul etmediği tek müşteri adı Ali olanlardı. Adamların yatağına girdikçe parası arttı, kendi azaldı. Pembe dudakları kırmızıya çaldı. Bilmiyorlardı, ama Ziynet annesinin dudaklarında gördüğü kan rengini taşıyordu dudaklarında. Onu başka adamlara bulaştırıyor, ruhunun kanını durdurmaya çalışıyordu.
Sonra kıyafetlerine de kazıdı kırmızıyı. O, aynı kırmızıyı.

Ziynet’e çok adam aşık oldu ama o, erkeklerle sadece bedenini  paylaşıyor, küçük hayallerin bile yanından  geçmiyordu. Sadece bir kadın vardı, komşusu olan bir başka orospu. Sessiz ve dostluk davetkarı bir orospu. Her gece onun dizine yatar zehir akıtırdı. Tüm yüzü tuzla kaplanana kadar. Tekrar ve Tekrar. Her‘Tekrar’ büyük harfle yazılmalıydı. Çünkü binlerce kez dirilip, bin birinci ölümün sokaklarına girmek demekti.  Kesik soluklar kadar aralıklı. Ruhunun kanı durmadı. Ali’nin gittiği yollar gibi tek yönlü çizgilerle doldu yüzü. Büyük memelerinden, kırmızı rujundan ve bir zamanlar herkesin delisi olduğu o saçlarından hiç vazgeçmedi. Yüzü yaşlıydı,ruhu yüzünden de yaşlı. Hala emekliye ayrılmıyordu çünkü biliyordu, o geceyi yalnız geçirirse Ali’yi beklerdi ve Ali yine gelmezdi. Hala Ali’yle yaşadığı o eve başka adamların kokularını sindiriyor, hala orgazm sigaralarını pencerenin pervazında içiyordu. Sonra Tekrar odaya dönüyor ve şuh kahkahalar atmaya başlıyordu.

Ziynet anladı. Aşk yaralardı.

Aşk, kocaman bir kazaydı. En az bir kurbanlı.

Patikli Kontes

https://www.facebook.com/patikli.kontes?fref=ts

http://soytarininkarisi.tumblr.com/


1 Şubat 2015 Pazar

2014 Kadınları

Uzun zamandır ürün ekleyemedim, açıkçası Facebook ya da Instagram'da fotoğraf paylaşmak bana daha pratik geliyor....
2014 yılında çalıştığım birkaç karakteri sizlerle tanıştırmak isterim...
Öncelikle Ruhsar Hanım


Ruhsar Hanım  1050 derecede pişirildi





Çılgın Müzo zamanında güzel bir kadınmış, pamuk gibi bembeyaz bir cildi varmış.......



Yıllar Çılgın Müzo'ya iltimas geçmemiş fakat Çılgın Müzo'nun kırışıklıkları artıkça süsüpüsü de artmış.  


Çılgın Müzo, takıp takıştırıp, cıvıl cıvıl renklerde giyinir dolaşır sokaklarda, kim bilir belki de kaybettiği güzelliğinin yerini bu şekilde kapatmayı terci ediyor....





Sallanan sandalyesinde oturan yaşlı bir kadın...
 


sandalyesi salansa da o ne yazık ki sallanmayı unutuyor..



1050 derecede pişirildi